25 Mart 2019 Pazartesi

Tekvin

Kitap Adı: Tekvin
Kitap Yazarı: Arif Ergin
Yayınevi: Doğan Kitap

Sayfa Sayısı: 604
Baskı Yılı: 2018

Tekvin'i hakkında gördüğüm birkaç yorum sebebiyle almıştım. Dan Brown kurgularına çok benzediğini söylüyordu insanlar. Biliyorsunuz ben Dan Brown'ın köpeğiyim :D Onun kadar güzel bir şeyler okurum diye aldım kitabı ama pek de öyle olmadı.

Hakan Turan epey zengin bir iş adamı. Çocukluğu çocuk esirgeme kurumunda geçmiş, Yakup Ruzly isimli bir yardımsever tarafından kendi oğlu gibi bakılmış büyütülmüş. Bir de Melek var, Yakup'un kızı. Hakan'ın da manevi kardeşi. Melek bir gün Hakan'a geliyor, çok önemli şeyler keşfettiğini falan söylüyor ancak birkaç saat sonra kaçırılıyor. Bunun üzerine Hakan Melek'i bulabilmek için onun keşfettiği sırları çözmeye çalışıyor. 

Olaylar da genel olarak Osman Hamdi Bey'in Tekvin isimli tablosu etrafında dönüyor. Bu tablo tıpkı kitapta olduğu gibi şu anda gerçekten kayıp galiba bu arada. Sonuç olarak kayıp bir tablo, tablonun yüzlerce yıldır sakladığı bir sır, bir sanat tarihçisi, olayların arkasındaki derin güçler falan filan. Bilmiyoru, diğer yazarlara haksızlık mı ediyorum ama ben bu kurguları Dan Brown'dan başkasının kaleminden okuyunca keyif alamıyorum. 

Ama bu kitapta gerçekten keyif almamam için birçok sebep vardı. Bir kere kitap çok uzun. ÇOK FAZLA UZUN. 600 sayfa kitapta okuyucunun sıkılmaması için olağanüstü sürükleyici bir hikayeniz olması gerekiyor ve üzgünüm, bu ilk kitabını yazan birinin yapabileceği bir şey değil. Bence bu kurgu 300 sayfada da işlenirdi yani. Baktığınızda kitap bir buçuk günde falan geçiyor toplamda ama sanki asırlar okuyormuşsunuz gibi ağır ilerliyor :D


Bir de kitap çok dolu. Yani her şeyden parçalar var, İlluminati var, Kuran'dan ayetler var, Tevrat var, Kabala var, var da var. Bu aslında şimdi bahsedeceğim diğer sorunla da alakalı. Kitapta olaylar birbirine bağlansın diye bin dereden su getirtiliyordu. Bir yerden sonra gerçekten MHP'nin 40. yılı olayına dönüyor işler :D Bu kadar şeyin, gel gör ki bir anda bağlantılı çıkması falan... Hiç mantıklı değildi benim için. Kitabın sonunda Hakan Ruzly'nin ismindeki anagram... gerçekten YOK DAHA NELER :D

Yazarın üslubunu da pek sevemedim ben. Birincisi her şeyi 3 yaşında çocuğa anlatır gibi tane tane anlatıyor. Evet bunu okuyucuya bilgi vermek için yapıyor ama bir yerden sonra "tamam anladık hadi kısa kes" diyesi geliyor insanın :D Yani barkodu anlatırken, "hee o uzun çubuklar mı hani markette öttürünce dıt yapıyor" demeye gerek var mıydı gerçekten? :D İkinci şey ise yazarın duruşunu tam olarak gösterememesiydi benim için. Kitap boyunca bazı toplumsal olaylara da değiniyor ama bunlara karşı yorumu hep orta halli. Biraz kimse alınmasın şimdi burada politika yapmayalım tereddütü sezdim ben açıkçası :D

Ve son olarak kitabın sonu. Yani o kadar belliydi ki ancak bu kadar belli olabilirdi. Bir saniye bile şaşırmadım, aksine bundan farklı bir sonla bitseydi şaşırırdım :D Özetle, kitap biraz daha kısa olsaydı ve entrika malzemesi yapılabilecek her şeyi toplamaktan biraz daha uzak olsa daha çok sevebilirdim. Kitabın bana kattığı tek şey zaten merak ettiğim Osman Hamdi Bey'e olan ilgimi arttırması oldu diyebilirim. 



Özgün konu ve güzel bir kurgu (%40): 2/5
Konu hiç özgün değil bence, örnekleri dolu piyasada. Kurguyu da yukarıdaki birçok sebepten dolayı sevmedim. 

Sürükleyici ve akıcı olma (%50): 2/5
Kitabı bitirene kadar gençliğim soldu :D

Baskı kalitesi (%5): 5/5
Bir sorun yoktu. 

Güzel kapak (%5): 3/5
Yani, kapak çok da kötü değil. 

Final puanı: 2.2

1 yorum:

  1. Böyle kitaplı, düşünceli blog'ları seviyorum...
    Yeni keşfettim, gelirim artık... :)
    Tabii ben de beklerim, selamlar :)

    YanıtlaSil